Temmuzun sarı sıcağı ben iki kez yakmıştır. İki kez elemim, kederim revan olmuş, kahrolmuşum. Birincisi daha dünkü Onbeş temmuz darbeye kalkışmanın verdiği acı ve hüsran… Diğeri yıllar önce iki temmuz Madımak otelinin yakılmasıdır. Hiç kimse bir kimseyi veya bir hayvanı yakmakla cezalandıramaz. Rahmetle andığım bir komşumuzun evinin avlusu karıncalardan geçilmiyordu. Onları “yakın” diyenlere “Allahın verdiği canı kimsenin yakmaya hakkı yoktur” derdi. "Ateşle yakarak cezalandırmak sadece Allah'a mahsustur" (Buhari, Cihad, 106) ki bu da ancak cehennem azabıdır.
Öz eleştiri yapmak gerekirse; Allah bizi insan olarak yarattı, insanlığın gereğini yerine getirme çabasındayım. Ben her şeye insan olmanın gereği insani bir pencereden bakarım. Sonra bize bir milliyet vermesini saygıyla karşılarım. Milliyetlerin birbirine üstünlüğü olmadığını ve saygı duyulmasını gerektiği anlamında her ırkı değerli bulurum. Küçümseme ve hakaret etmeyi hiçbir zaman yakıştırmam. Yapanları duyduğumda tepkimi ortaya koyarım.
Dahası ilahi emirler doğrultusunda peygamberler aracılığıyla dinler geldi. Tüm dinler birbirini tamamlayarak gelişti, şekil buldu. En son gelen İslam ile tüm dinlere değer verildi, peygamberlere ve kitaplara inanmanın, inancın gereği olduğu kanaati yerine getirildi.
İşte insan, milliyet, din ekseninde var olmanın erdemi ile tüm insanlık şekil buldu. Mezhep, tarikat insanların arayışları sonucu doğmuş dini yaşamı şekillendirmiştir. Bu bir ayırımcılık değil; insanın birlik ve beraberlik içinde yaşamasına getirilmiş kolaylıklardır. Renklerin toplumda sevilmesi değer bulmasıdır.
Ben öncelikle Aleviliğe karşı yapılan saldırı ve düşmanca tavırlardan hala hoşlanmam. Sevmediğine hayat hakkı tanımamak demek değildir. Asgari müştereklerde iyi geçinmek gerekir. Onların ötelenmesini önce insan sonra bir Müslüman olarak yadırgarım. Daha çocukluğumda Bey kapısındaki Turan İlkokulunda okurken gördüm. Kısas köyünden şehre yük getiren, alış verişini yapıp köye dönmekte olan Alevilere yapılan hakaretleri gördüm. Niçin, neden sorgulamaya daha o yaşta korkulu gözlerle izlemiştim. Sataşmalar, sözlü hakaretler, fiili saldırılar…
O okuldan ayrıldım yaşananları unuttum. Yıllar sonra Malatya, Maraş, Çorum ve daha bazı yerlerde Alevilere yapılan saldırılar güzel ülkemiz bir kan gölüne çevirdi. Düşmanlık tohumları, kin, nefret derken Sivas’ta Madımak otelin yakılması ile yeni bir şekil aldı.
Bu olayların tekrarlanmaması elbette hepimizi sevindirdi. O dönemin başbakanı “kimse bana sağcılar milliyetçiler suç işliyor dedirtemez.” Sözü hala kulaklarda bir burgu gibi dönüyor. Dönemin yetkilileri ülke yöneticileri sorunları barış ve huzur içinde çözmek ve tekrar yenilenmemesi için tedbir almaları gerekirken, olayları işleyenler bir şekilde ödüllendirildi. İşte ondandır zaman zaman ülkemizde bu tür bazı huzurluklar yaşanmaktadır.
O acı günlerden geldik on beş temmuza. Bir akşam üzeri ansızın ateş ve duman, kurşun, top ve tank sesleri arasında, havalanan jetler ve sortiler tedirginlik ve korku yaratma yerine, tam tersi insanları ülke değerlerine sahip çıkma adına cesaretlendirdi.
İnsan kıyımı sürdü. Figan feryat sesleri, acıdan acı çığlıklar bu yazı yazarken bile bir kez daha temmuzun yakıcılığını anımsattı bana... Devletin derinliklerine gizlenmiş beslemeler fırsat kolluyorlardı. Oysa yıllarca onlar beslendi, büyütüldü, saygı duyuldu…İnsanların barış ve huzur içinde yaşamasına tahammülleri yoktu. On beş Temmuz gecesi bu yaşamı zehir etmek adına kalkışanlar insan kanına girmekten başka bir şey yapamadılar. Ben bir insana değer verip yüceltmek yerine, devlete değer veririm, vatanın korunmasını bilirim.
Bu ülkenin birlik ve beraberliği herkesin insanlıktan nasiplenmesi, milliyetini sevmesi dini ve mezhep anlayışının değer bulması kendi düşüncesinin ses vermesi, hem devletin görevi hem insanca yaşamanı şekil bulmasıdır.
Sevgisiz yaşayan, paylaşmayı bilmeyen, itidalli düşünmeyen toplumlarda ideoloji ve kültürel gelişmeler sürekli dağılmaya mahkumdur. Toplumsal dokuyu geliştirip insanlığa milliyete ve dine sahip çıkmak dururken ötekileştirme çabasındayız. Oysa bütün farklılıklarla bir arada ve eşit koşullarda yaşamak devletin, milletin, ülkenin kıymetini bilmedir.
İnsana yüklenen gücünden fazla yük, insanı çökerdir. İnsanı kaldıramayacağı yasalarla baskı ve zulüm altında tutmak da aynı minvaldir. Mutluluğu bulmak adına ülkenin özelliklerini özümseyerek güzellikleri paylaşmak geleceğe şekil vermektir. Hep beraber bu yolda yürümenin geleceğe olan katkısına emek vermek her vatandaşın görevi olmalı…