DÜĞÜN SEVİNCİN DIŞA VURUMUDUR!
Sünnet törenleri, nişanlanmalar, düğün törenleri mutluluk gösterileridir. Bu sosyal aktiviteler için yapılan tüm eğlenceler sevinci paylaşmadır. Malumunuz sevinç paylaşıldıkça çoğalır. Bazı yörelerde toy, düğün dernek, evlenme merasimi dense de netice de bir evliliğin sesli akittir.
Bu güzel günler örf adet ve gelenekler içinde edep ve ahlaki değerleri erozyona uğratmadan yapılan tüm etkinlikler mutluluğun temennisidir. Etik değerler sahiplenildikçe insan ilişkileri rencide edilmeden birlikte eğlenmek toplumsal erdemdir.
Yaşımın gereği, toplumsal saygınlığım ve insani ilişkiler, sosyal yaşamdaki etkinliğimden olsa gerek, dost ve arkadaş çevrem yoğun ilişkiler sonucu bu tür mutlu günlerde yanlarında olmamız istenir. Bu bizim için sevinç olduğu kadar gurur vesilesidir. Bizde fırsatlar el verdiği sürece gittiğimiz törenlerde onların mutluluğunu paylaşır, dilek ve temennilerde bulunuruz. Saadet için dört "S" gerekir. Saygı, sevgi, sabır ve sadakat.
İşte bu yazıyı oturup yazdığım akşam Hüseyin Çelik'le yıllara varan dostluğumuzun mimarisinin şekil bulmasıdır. Bu yaşımıza kadar hep samimi ve saygın ilişkilerimiz olmuştur. Samimiyet sözlerle değil bakışların ifadesidir. Dostum Hüseyin Çelik’in mürüvvetini görmüş oldum. Oğlu İlyas’ın hayatını birleştireceği Berivan’la Şehitlik Çamlık’ta ki düğün salonunda yapılacak olan düğün törenine katıldım. Cömertlik ve iyilikseverlik insanın yüreğinden geldiği gibi mutlulukla öyledir.
Davetiyenin üzerinde ki ”evleniniz çoğalınız, çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim” hadisi ile herkes kendi neslinin devamını sağlamayı teşvik ettiği gerçeğine onlar da katılmış bulundular.
Her ne kadar bu iki ailenin kader birliği yapan gençlerinden bahsettimse de: esas mesele ilimizdeki düğün törenlerinin düğün âdetinden çıkmasıdır. Bu yazıyı yeniden gazetedeki köşeme taşınmasına bu güzel insanlar vesile oldu. Sade bir tören… Sanırım unuttukları dost kalmamış. Tüm masalar ful… Hani “iğne atsan yere düşmez” derler ya! Anlatmak istediğim düğünlerde “mevlit” denilen dini ritüelin yapılmasıdır. Mevlit kelime anlamıyla doğumdur. Arapça da “ve-le-de” (doğdu) kökünden türetilmiş bir kavramdır. Bu mesnevi de peygamberimizin doğumu konu edilmektedir. Ancak bu mevlitlerin sözlerinde bu konuyu kapsayan hiçbir kelime ve naat bulamasınız. Hepsi uydurulmuş sözlerle doludur…Makamları da türkülerden, mani ve hoyratlardan çalmadır.
Düğün salonlarında zikir usulu “arbane” denilen “el defi.” (Mezopotamya halkları tarafından kullanılan içi halkalı zincirle sıralı ses çıkaran ritim bir estürman. Düğün törenlerinde olduğu gibi dini ayinlerde çalınır.) O yetmez semazenler dönerek eteklerine rüzgar değil uçlarına demir doldurmuşlar. Onların dönmesi yetmemiş gibi bir de kendi çocuklarını bu işe alet etmektedirler. Mesele; hani Napolyon demiş ya para… para… para… Her ne kadar servet dünyanın süsü ise de bu bir ihtirasa dönüşmemelidir!
Gittiğimiz bazı düğünlere sanki yas evine gitmişiz. Sözde ilahiler okurken bir de bakarsın kendi keyfine göre yazdıkları “kerbela” ağıtı dökülür hazin bir sesle… Gel de bu işin içinden çık. O yetmiyor. Sanki peygamber onların arkadaşıymış gibi yaptığı ilahilerle dini saygınlıklarını da yitirmektedirler. “Gül muhammet, muhammet gözü kara” ve daha nice içi boş sözler…
Hüseyin arkadaşın düğününde iki aşır okundu tatlı bir müzik, resmi ve dini nikâh kıyıldı. Dualar da Arapça sıralandı. Kim ne anladı bilmem. Amma bana göre dualar herkesin anlayacağı dilde olursa daha ruhu okşayıcı olur sanırım. Cemaatin büyük çoğunluğu, tamamına yakını Arapça bilmiyor. Türkçesini ya da Kürtçesini söyle ki dualarda ne söylediğimiz bilinsin. Duaların anlaşılır bir dille olmasından yanayım. Yaratıcıya sunulan arzuhal insanın yüreğinden ana dili ile olsa daha bir insanı mutlu eder…
Düğünü örnek vermek gerekirse her halde misafirler dağıldıktan sonra aile akrabalar ve yakınları kendi aralarında oğlunun bu mutlu gününde onlarda mutlu olmak ve sevinçlerini halaylarla dile getireceklerdir. Bu da onların en doğal hakkı… Onları tebrik ediyor, mutluluklar diliyorum.