Ben bir şairim, siz beğenmeseniz de, ben yazarım, didinirim duramadan, siz okumasanız da… Olayları yorumluyor, sözleri renk pazarında boyayıp sizlerle paylaşıyorum. Her cümlem damıtılmış, her mısraım dağ yağmurlarında yıkanmış, o yetmez orman rüzgârlarını katıp sadeleştirmeden edemem, siz okuyasınız diye…
Ben ne gezginim ne seyyahım. Ama insan pazarlarında gördüklerim, yaşadıklarım, duyduklarım bazen şiirleştirir, bazen dökerim kâğıtlara… İnsanca davranışlarından yoksun, insanlıktan nasibini almayanları, çıkarları için insanlığı hiçe sayanları, ihtirasları uğruna nasıl alçaldığını görünce, yaşanmışlıkları sizinle paylaşmasam benim için bir eksiklik olur.
O insan pazarları ki hasretlerin, üzüntülerin, sevgilerin yaşandığı yerlerdir. Yalnız bunlar mı? O pazarlar ki aldatanlar hep oradadır. Hani derler “kurt pusulu günü bekler.” İşte onlar hep pusudadırlar, fırsatını kollarlar. Hileler, entrikalar, aldatmacalar, düşmüş birini basıp geçenler hepsi bu pazarda… Kimse kimsenin elinden tutmadığı bu zamanda…
Bu insan pazarında yaşananlar yazılması vebalı altında ezilirim. Sorumluluğum var biliyorum. Bir emirdir benim için; gör, dinle, gözle ve bu dramatik, bu buruk, bu incinmiş yaşamları yaz. “Söz uçar yazı kalır” düşüncesinden hareketle... Dahası sevginin oyunlarla yozlaştığını, aldatanlar, aldananlar, saygının erdemini bulmadığı pazarlar.
Bu pazarlar ki sevgi kırgınları, yaşamın tüm fay hatlarının kırıldığı, beyaz rengin kirletildiği ve adına ticaret dedikleri bu yerler... Onlar ki kimine ana, onlar ki kimine yar, onlar ki hayat yoldaşı, onlar ki baş tacı edilmişler ve onlar ki hiçlenmişler pazarında…
Bu pazarlar öyle derin ki dibine inilmez. Yaşamak için her türlü ihtiyacınızı bulabilirsiniz. Bu hizmeti görenler takdir edilir. Ancak onların kafalarının ardında hesaplarını kim nasıl bilebilir. Bu pazarlarda alenen para, para ile satılır. Satıldığına tanıklık etmek bile suçun suçu… İnançların pamuk ipliğine döndüğü bir zaman… Özünde ışık taşıyanların “Sermayenin din, rehberin şeytan olduğunu” söylerken anlamak gerek…
Sizin gitmediğiniz, görmediğiniz insan pazarlarını dolanıyorum. Ben şairim mısralarım onlarsız olmaz. Ben yazarım cümlelerim onlarsız eksik kalır. Bu pazarlar ki faili meçhul diye bilinen aslında failleri bilinen ölümler… Umut adına yola çıkmışların bir sesle, bir sözle, bir işaretle bir meydanda buluşarak seslerini yükseltenlerin baskıya karşı umuda koşuşmaları nasıl bir mutluluk onu göreceksiniz. Ellerinde eşlerin, kardeşlerinin, babalarının fotoğrafları ile her hafta toplanır, seslerini duyururlar. Bir sözle bin umutla…
Mevlana der ki; “Adalet nedir? Ağaçları sulamak… Zulüm nedir? Dikenlere su vermek…”Bu demektir adalet zafiyet içindedir. Halkı yıldırmak adına sallanan copları, sıkılan biber gazı neden, niçin? Sevenlerin, omuz omuza yürüyenlerin, zulme, yağmaya, talana, haksızlıklara, işkenceye uğrayanlarla yürümek. Zulmün halk gücü karşısında nasıl afalladığını hatırlayanlar kaldı mı bilmiyorum? Ama gün gelir yeniden nehirler akar, deniz dalgalanır, filizlenir dallar, barış ve kardeşlik adına…
Şiirdir bu, sözcükler birbirine ses verir. Kulakların pasını döker, gözlerin karanlığına ışık ışık olur. Bu yazıdır ki karanlık beyinlerin karanlığına huzme düşürür. Cümlelerin yüklendiği umut ananın evladına söylediği sevgi sözcükleri, babanın çocuğuna bellettiği öğütlerdir. Kimi zaman yakarış olur, kimi zaman haykırıştır kulaklarda çınlar!
Bu pazarlarda bilgi yoksunu öyle insan çok ki; çabuk aldanırlar ve düşerler birilerinin peşine… Yanlışı, doğruyu, iyiyi, kötüyü ayırt etmezler. Onlar sadece onların söyledikleri ile avunur, onunla aldanırlar… Her sanat cevherini taşıyan insanın görevidir onları uyarmak…
İnsan pazarlarını geziyorum. Bu pazarlar bazen bir nehir gibi sessiz, karanlık gibi suskundurlar. Dereleri bilirsiniz, sessiz akarlar, coştukları zaman yıkıp viran eder geçerler… Bu pazarlarda ki zulme karşı bir de bakarsın gürler, şelaleye dönüşür ve mutlu mutlu akar geleceğe…
Çağın nasıl değiştiğini izliyorum. Şaşırmamak elde değil; biz hala kendimizi masallarla, efsanelerle avutuyoruz. Teknik, iletişim, teknoloji bu kadar gelişmişken insanlar artık kendilerini tarihin küflü sözcüklerine sığdırmalarını duyuyorum. İnsan haklarına, düşünce ve özgürlüklere hasretler artarken…Hiç kimse atasının yaptıkları ile değil kendi yaptıklarıyla övünsün…
Bu pazarların en kötü yanı nedir bilir misiniz? Suskun olmaları o da “ dilsiz şeytan” olduğunun göstergesidir. İşte onun için ben şairim, ben yazarım, onlar size dertlerini anlatamazlar. Düştüğü bataklıktan kolay kolay da kurtulamazlar… Ben onların rehberi oldum, yine de çok şeyin eksik kaldığını bile bile...