KİTAP KURDU BİR MİSBAH DAHA
Misbah Hicri

KİTAP KURDU BİR MİSBAH DAHA

Bu içerik 766 kez okundu.

Çok kitap okuyanlar için “Kitap Kurdu” diye bir deyim kullanılır. İşte benim yarım asrı aşan bir dostluğumuzun olduğu ve üstelik adaşım olan Mizbah Akdemir, insanı insanlaştıran etkenlerin başında okumanın geldiğine inanan biridir. Emekli bir öğretmen buna rağmen maaşını kitaplara yatıran bir okur. Açık yüreklilikle söyler; “yazmak benim işim değil, okunacak kitap da elimden kurtulamaz. Çünkü kitap bilincin insandan insana aktarılmasının aracıdır.”

Kişinin sevdiği, değer verdiği, edebi, sosyal ve toplumsal olayların sohbetini yaptığı üstelik meslektaşsa elbet de ilgi ve değer vermesi farklı olur. Onun için Mevlana’nın yedi yüz yıl önce söylediği şu sözü paylaşmakta fayda umuyorum. “Sen bir düşüncesin kardeşim/Geri kalan  etle kemik/ Gül düşünsen gülistan olursun/ Diken düşünsen dikenlik.”

1953 yılında Urfa-Hilvan-Garoz köyünde dünyaya gelir. Mizbah  çocuk yaşta babasını kaybeder. Yetim büyür... Arazileri olmadığı için rüzgâr, bir sonbahar yaprağı gibi onları nereye sürüklerse oraya giderler… Hilvan’ın o bozkırında ilkokulu Şabo köyünde okur, ardından öğretmen okulu sınavları ile “Dicle  İlköğretmen Okuluna” yerleşir. Yaz aylarında çalışarak ailesine yardım eder.  Hilvan Şabo köyünden gidip başladığı Dicle ilk öğretmen okulundan 1972 yılında mezun olur. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra hayata atılır.

İsmi için kısa bir not düşmek gerekirse; her ne  kadar ismi Mizbah olarak yazılmışsa da o zamanki nüfus memurlarının hatası. Kimisini Müsbah kimisini Misbeh olarak yazmışlarsa da kelimenin esası Misbah'dir. Bu da lamba, ışık, nur anlamını taşımaktadır. Arapçada "SBH" kökünden türemiştir.

Köy Enstitülerinden sonra kurulan ilköğretmen okullarından yetişenler eğitimde beyinsel düşünmeyi zorlayan, kendi özgül yaşamı içinde başarıyı yakalayanların eğitim serüvenin geçtiği yerlerdir. Bu öğretmenler çiçekler gibi kıraç topraklarla buluştuğu yerlerde susup kalırlar. Ömürleri kısa olur. Verimli topraklarla buluştukların da gürleyip ses getirirler.

Misbah Hoca, okul sıralarında ders kitabından başka bir şey tanımasa da zaman süreci içinde kitaplarla tanışmanın serüveni ona apayrı bir kimlik kazandırır. Okumanın erdemiyle buluşması kendi kendini tanımasına neden olur... Pir Yunus’un dediği gibi; “ilim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir/ sen kendin bilmezsen/ ya bu nice okumaktır.”  Doğru söze ne demeli, kendini bilmiyor, tanımıyor, ders almıyorsan  neyi niçin okuyorsun. Okuyan herkes,  okumanın öğrettiği etik davranışları, adabı muaşeret ve nezaket kurallarını, insan hak ve özgürlüklere sahiplenmeyi kendine vazife edinir.

Şehre taşınıp amcası bizim eski adıyla "Kerpiç Mahallesi", şimdiki adıyla "Onikiler Mahallesinde" iş yeri açınca, onun gidip gelmesi bizim tanışmamıza neden oldu Yıl 1968 yılları olsa gerek. Onunla her görüştüğümüzde yeni bir kitap tanıma ve okuma fırsatını paylaşırdık. Ayrıca ikinci bir ortak yanımız aynı gazeteyi okumamızdı. Zaten sohbet ve dostluğumuzun koyulaşmasında gazetenin büyük bir önemi olmuştu.  Daha lise yıllarında benim bir yazım o zaman “Yeni Ortam” adıyla çıkan bir gazetede yayınlanmıştı.  Onun ifadesine göre çoğu arkadaşı “bu senin yazın” demişler. O da “benim yazım değil. Adaşım olan kişiye aittir. Onu yakından tanıyorum” demiş.

Misbah hoca hayatında önemli vakalardan birini anlatırken “doğduğum ve büyüdüğüm köyde ne saat, ne ateş vardı. Bir bacadan duman kalktığını görenler oraya koşar, ateş alıp gidip kendi ocaklarını yakarlardı. Kimsenin yeni bir ocak yakmak için evinde ne kibrit ne çakmak vardı. Bir parça pamuk, bir demir parçası ve bir parça çakmak taşı, sürtünme ile ateş elde edilirdi. Ya da geceden külün içine bir köz konur, sabaha lazım olur diye...  Hani insanların “ateş almaya mı geldin” dedikleri bir zaman… İnsanlar yoksul, bu yoksulluk onların birbirinin külüne muhtaç ettiği bir zamandır.

Yine bir vakayı anlatırken; Orada yaşayanların zaman diye bir mefhumları yoktu…Ayrıca kimse okur yazar değildi. Sabah aydınlığı ile çifte çıkılır, yine ayni minval biçime gidilirdi. Günün kızıllığı çökmeden eve dönerlerdi.  Saat sadece Ramazan ayında iftar açmak için lazım ederdi. O da halkın imamlık yapmak için getirdiği kişi güneşi takip eder. Ne zaman güneş son ışıklarını karşı dağlardan çekince ezan okur iftar açılırdı. Zaman belirleme hep o imama kalmıştı. O çekip gidince herkes tahmini hareket ederdi.”

Hoca’nın o kadar kitap okumasını hep merak ettim. Onun ifadesi ile Dicle ilk öğretmen okulunun çok donanımlı bir kütüphanesi vardı. Oradan çok faydalandım. O çevrede yaşayan halk bu bölgeye “Deyşta Gewra” (Beyazların Ovası) derken Türkçede “Hoşot Ovası” olarak isimlendirilirdi. O bölgeyi tanıtırken yatılı okuldaki bilmediğimiz o zamana kadar yemediğimiz yemeklerle ve trenle tanıştığım yerdi. Köye dönüp bunu okula gitmeyen arkadaşlarımıza anlatırken onları inandırmak hayli zor olurdu.

Aslında ilk kitap okuması hayli ilginç… Okul müdürü bir yarışmada mansiyon ödülü olarak bir öğrenciye "Yaşar Kemal’ın İnce Memed" kitabını verdi. Kitabı verirken de "hepinizin okuduğu bu kitabı da arkadaşınıza hediye ediyorum" dediğinde ben o kitabı okumamıştım. O kitabı nasıl okuyayım. Alacak param da yoktu. Okumak için  bir çabaya girdim. Edebiyat öğretmenimiz birgün bir kitabın özetini çıkarmamızı istemişti. Ben de o arkadaşa "o kitabını ver okuyayım, sana özetini de çıkarırım." Bu vesileyle İnce Memed’i okumuş olacaktım. Öyle de yaptım. İşte ilk okuduğum kitap buydu. Ondan sonra okulumuzun  kütüphanesi ve  yaz tatillerinde de Urfa Halk Kütüphanesinin müdavimi olmuştum. Tabiri yerinde ise bir kitap kurdu olmuş, kitaplar elimden zar ağlamaktaydı...

 

 

DİĞER YAZILAR
Yorum Yap
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Akçakale'de 14 Yıl 5 Ay kesinleşmiş hapis cezası bulunan şahıs yakalandı
Akçakale'de 14 Yıl 5 Ay kesinleşmiş hapis cezası bulunan şahıs yakalandı
Şanlıurfa'da 18 Mart Çanakkale Zaferi resmi töreni düzenlendi
Şanlıurfa'da 18 Mart Çanakkale Zaferi resmi töreni düzenlendi